
Stellantis’ten Şok Açıklama: AB Kuralları Mühendislik Süresinin %25’ini Çalıyor!
Avrupa pazarı için yeni bir otomobil geliştirmek, otomotiv mühendisleri için kolay bir iş değil. Avrupa Birliği (AB), emisyonlar, gürültü, güvenlik ve diğer kriterler açısından şüphesiz dünyanın en katı düzenlemelerine sahip. Bu yüksek standartlar sadece araçların fiyatlarını artırmakla kalmıyor, aynı zamanda mühendislik süresinin önemli bir kısmını da tüketiyor.
Otomotiv devlerinden Stellantis'in Yönetim Kurulu Başkanı, şirket mühendislerinin zamanının dörtte birinden fazlasını yalnızca AB'nin sıkı düzenlemelerine uyum sağlamak için harcadığını belirtti. Bu sürenin 'değer katmayan' bir çalışma olduğunu vurguladı.
Durumun daha da kötüleşmesi bekleniyor. Aynı Başkan, on yılın sonuna kadar Avrupa'da satılan araçların 120'den fazla yeni düzenlemeye uyması gerekeceğini ifade etti. En zorlu hedef ise filo emisyonlarını azaltmak. 2025-2029 dönemi için ortalama 93.6 g/km değeri, önceki standarda göre zaten %15 daha düşük. 2030-2034 dönemi için ise bu rakamın 49.5 g/km'ye kadar düşmesi gerekecek. 2035'ten itibaren Avrupa'da satılan yeni otomobillerin zararlı emisyon üretmesine izin verilmeyecek, bu da fiilen içten yanmalı motorların kullanımını yasaklayacak.
Son dönemde sıkılaşan düzenlemeler nedeniyle Avrupa'da birçok "keyifli" otomobilin üretiminin durdurulduğuna veya piyasadan çekildiğine şahit olduk. Ancak bu durumun etkisi spor otomobillerin çok ötesine geçiyor. Başkan, maliyetli düzenleme uyumunun neden olduğu artan fiyatlar nedeniyle küçük araçların da piyasadan dışlandığını savunuyor. Örneğin, bazı markaların popüler küçük modelleri (VW up!, Skoda Citigo, SEAT Mii gibi) yıllar önce üretimi durduruldu.
Başkan, 2019'da Avrupa'da 15.000 Euro'nun altında fiyatlı bir milyondan fazla araç satıldığını, ancak bu sayının o zamandan beri 100.000 civarına düştüğünü kaydetti. Bu duruma çözüm olarak, AB'nin Japonya'daki "kei car" (çok küçük şehir otomobilleri) konseptinden ilham alması ve bir Avrupa eşdeğeri "E-Car" tanıtması gerektiğini önerdi: "Japonya'da pazarın yüzde 40'ını oluşturan 'kei car' varken, Avrupa'da bir 'E-Car' olmaması için hiçbir sebep yok."
Bu yılın başlarında, sektörün önemli isimlerinden eski bir CEO da daha küçük araçlara duyulan ihtiyacın altını çizerek, "Her gün 2.5 ton ağırlığındaki bir elektrikli araçla dolaşmak açıkça çevresel bir saçmalık" şeklinde görüş bildirmişti.
SUV ve crossover'ların artan popülaritesine rağmen, Avrupa'da hala daha küçük, daha hafif araçlara açık bir talep var. Renault'nun uygun fiyatlı markası Dacia, hafif ve uygun fiyatlı ürün yelpazesiyle büyük başarı yakalıyor. Sektör verilerine göre, Dacia, Sandero gibi modellerin başarısı sayesinde Nisan ayına kadar %5.1 pazar payı elde etti. Dacia, Duster ve Bigster gibi SUV modelleri de satsa da, en ağır Bigster konfigürasyonunun bile ağırlığı yalnızca yaklaşık 1.400 kilogram civarında.
Aşırı bürokrasi, uygun fiyatlılığı baltalıyor ve Avrupa'nın elektrifikasyon çabalarına zarar verebilir. Yeni araçları daha pahalı hale getirmek, insanların eski, daha kirletici araçlarını kullanmaya devam etme riskini artırıyor. Japonya'nın "kei car" yaklaşımına benzer şekilde, küçük araçlar üzerindeki düzenlemelerin gevşetilmesi, otomobil üreticilerine daha ucuz, daha verimli modeller üretme esnekliği sağlayabilir. Peki bu gerçekleşecek mi? AB'nin kuralları sıkılaştırma eğilimi göz önüne alındığında, bu pek olası görünmüyor.